GEÇEN ZAMANA BOYUN EĞMEYEN BİR AŞK İÇİN, NE BEDEL ÖDEMEYE RAZISIN?
THE HORSEMAN ihtilâflı bir epik roman. Konya platosunda, sekiz bin sene önce neolitik çağ kenti Çatalhöyük’te yaşanmış trajik bir aşk üçgeni’nin 20. Yüzyılda yeniden canlanışını anlatıyor. Romans, uluslararası siyasal entrikalar, reenkarnasyon, kültürel bağlar, mistisizm, ihanet, intikam, günah, kefaret. O’Donnelly’nin kitabı, ancak yıllar süren araştırmalar, farklı farklı yaşam deneyimleri kazandıktan sonra yazılabilecek bir tür roman; yazılabilmesi için yaşanılması gereken bir roman.
Katherine Neville’in kült romanı Sekizinci’ye (The Eight) benzer biçimde, O’Donnelly’nin HORSEMAN için hazırladığı fon da antik felsefeyle Türkiye’nin, İrlanda’nın, New York’un, Mekke’nin ve sonunda Tarsus’un tarihi çağlarını iç içe bağlıyor. Romanın tüm yolculuğu boyunca Amerikalı Ariadné kendini hem önceki hayatında yaşadığı bir aşk üçgeninin hem de Türkiye’de 1964-1973 yılları arasında cereyan eden sosyal, kültürel ve politik çatismalar içinde buluyor. Geçmiş ve şimdiki zaman manevî bir borçla birbirine bağlanıyor.
HORSEMAN, 1964 yılında başlıyor. Genç Amerikalı Ariadné, Tűrk gazetecisi Burhan ve Kűrt asıllı sosyoloji profesörü Mehmet Ali, ezilen halkın sosyal haklarını savunma amacıyla birbirlerine bağlanıyorlar. Türkiye’nin, Doğu ve Batının zıt menfaatlerinin çatışma arenasına döndüğü ve bir Kürt isyanının cadı kazanındaki kabarcıklar gibi gizlice fıkırdamaya başladığı günlerde, kader, ilerici, Batıcı, ama ulusal kimliğine de sahip çıkan Kemalist Burhan’ı bu kuşatılmış ülkede bir lider durumuna yükseltiyor.
HORSEMAN sırasıyla Türkiye, İrlanda, New York, ve Mekke'den tasvirler sunuyor ve en sonunda kökleri Çatalhöyük’ün sisleri arasında kalmış manevi bir günah/borcun ödeneceği Tarsus’ta noktalanıyor, “Çünkü er ya da geç, Tanrı’nın adaletiyle hasat toplanıyor, ne ekiyorsan onu biçiyorsun.”
HORSEMAN - Bazı yorumlar :
“… büyüleyici! Kazancakis Yunanistan için ne anlama geliyorsa O’Donnelly de Türkiye için aynı anlamı taşıyor… Keltlerin ülkesinden Anadolu’ya dek uzanan bir coğrafyadaki geleneklere, arkeolojiye, tarihe ve felsefeye dair bilgiler içeren kozmik bir aşk, günah, ve kefaret öyküsü!” -Dr. Muazzez İlmiye Çığ, Sümerbilimci, İstanbul, Türkiye.
“…Bravo, Kristina O’Donnelly! HORSEMAN adındaki heyecan verici romanında, okuyucuyu yakalamak ve dikkatini kitap bitene dek öykü üzerinde tutmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Romantizmden hoşlananlar (kim hoşlanmaz ki?) ‘Mehmet Ali’de kesinlikle çok şey bulacaklar! Bu romanı eşsiz kılan şey, Amerikalı Ariadne’nin çok katmanlı duygusal yaşantısı…” -Prof. Mahmut Esat Ozan, The Turkish Forum, Florida, ABD.
“… (romanlar) bize kokular, imgeler ve tatlı heyecanlardan oluşan zengin bir örgü sunuyor… Kristina O’Donnelly HORSEMAN'I ve onun devamı niteliğindeki SONSUZLUĞA ISYAN'I yazarken farklı farklı kültürler arasında geçen kendi kişisel yaşamına başvurmuş. Bu romanların ikisi de çok katmanlı, ve bir filme uyarlanmamaları için hiçbir neden yok… Yazar sözcüklerle bir resim çiziyor, inandırıcı bir öyküyü yardıma çağırıyor, ve New Age kategorisindeki bazı kitapların tersine, reenkarnasyonun yanında genel kültür araştırmaları ve benzeri konuları da derinlemesine ele alıyor. Bu kitap farklı kültürler ve çağlar arasındaki köprülerden geçmeye cesaret edebilecekler için birebir." -Raşid El-Talik, yazar ve fusion sanatçısı, Merakeş, Fas.
… birçok çakılın arasında duran bir değerli taş; HORSEMAN sürükleyici olduğu dek edebi bir metin!” — Prof. Martin Abend, haberler yorumcusu; New York, ABD.
“… Kristina etek giymiş bir Wilbur Smith gibi yazıyor… öyle çok renkli ve betimleyici... romanın karakterleri üç satırda canlandı. Parlak! — Mike Subritzky - Kusza, Yeni Zelanda savaş ozanı ve II. Anzak Macerası adlı Vietnam konulu kitabın yazarı, Yeni Zelanda.
Roman karakterlerinin özellikleri
Ariadné (Aylâ) O’Neill: Varlıklı bir Amerikalı ailenin tek çocuğu ve sosyal bilincini Aquarius Çagı’nın ruhuyla geliştirmiş bir kadın. Gücünü ‘yapabilirsin-ve-yapacaksın’ azminden alan Ariadné bir umut, trajedi ve zafer yolculuğuna çıkıyor. Sevgi ve anlayış dolu bir aile ortamında yetiştiğinin kıymetini bilerek, bir gazeteci/yazar kimliğiyle, kendinden daha az şanslı olanlara yardım edebilmeyi umuyor. Ariadné, gazeteci ve senatör Türk asıllı Burhan’ın ve ona kendi davasının yandaşı olmasını isteyen Kürt asıllı Mehmet Ali’nin arasında kalınca, tarafsız ve makul bir yolda ilerlemeye karar veriyor.
Burhan Kayhanoğlu: Vicdanının emirlerinden başka hiçbir şeye boyun eğmez. Hayat gailesine ne kadar alçak seviyeden başladığı nazara alındığında, Türk politik yaşamının kaygan zemininden fűze gibi yűkselmesi göz kamaştırıcıdır. Romanın akışı içinde gazete köşe yazarlığından İşçi Partisi senatörlüğüne yükseliyor. Dűşmanları tamamen bağlı olduğu Kemalist görüşlerine ihanet etmesi için onu zorlayınca, ömrünün en büyük savaşına gözünü kırpmadan giriveriyor.
Mehmet Ali Mesut: Tarsuslu, gizemli, yeşil gözlü Kürt reformcusu, Ariadné ve Burhan’ın hayatında kaçınılmaz bir varlıktır. Aydın ruhlu Mehmet Ali yorulmak bilmeden halkının geleceğini iyileştirmek için çabalarken İşçi Partisine girer, feodal ağa amcası Şeyh Abdullah’ın düşmanlığını kazanır, ayrıca, kardeş gibi sevdiği peşmerge lideri kuzeni Kartal Bey’le Burhan dolayısıyla ölesiye boğuşur. Ali’nin Ariadné’ye içten bağlılığı sınır tanımaz ve onu mutlu etmek için en büyük fedakârlığı yapmaya hazırdır.
Ramazan: Mehmet Ali’nin küçük kuzeni; dokuz yaşındayken bir jandarma komutanından vahşet görmüş ve duygusal açıdan sakat ve dilsiz kalmıştır. Ne var ki, Ariadné ve Mehmet Ali’ye olan sevgisi sayesinde konuşma yeteneğini yeniden kazandığı gibi duyu-ötesi algılama gücünü de geliştirir. Zaman içinde Peşmerge arasında saygın bir konum kazanır. Ama Kader Ramazan’a Mehmet Ali’nin geçmiş hayatında işlediği günahın rövanşinı almak görevini verince, Ramazanın ruhî güçlüğü ateşle denenir.
Önsöz
Karen-Claire Voss
(Editör ve Profesör, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2003)
BÖYLE BİR ROMANA giriş yazmak çok zor, çünkü sıradan bir kitap değil ve bu yüzden de ona sıradan bir giriş yazmak imkânsız. Yazar Kristina O’Donnelly’nin kabiliyetine büyük bir saygı ve beğeni duyduğum için elimden geleni yapacağım.
Roman, dikkat çekici bir öndeyişle açılıyor ve bu ton, romanın gerisine damgasını vuruyor. Birinci bölümde kahramanımız, on yedi yaşındaki Ariadné bir kâbustan uyanıyor ve kendini arabalarının arka koltuğunda, anne ve babasıyla birlikte buluyor. Türkiye’de, Konya ilindeki Çatalhöyük’e doğru, 8.000 yıllık eski bir kentin toprak altından çıkarılışını görmeye gidiyorlar. Ariadné, bu vahim gün sona ermeden önce, kendi hayatında olduğu kadar Türkiye’nin talihinde de önemli roller oynayacak karakterlerle tanışıyor.
Zaman geçtikçe, bir gazetede köşe yazarı, bir eş ve bir anne oluyor. Büyük bir gayretle, Türk kültürünün içinde, ilk bakışta anlaşılması zor olan nüansları anlamaya çalışıyor. Kendine, yazılarında kullanmak üzere Türkçe bir takma isim veriyor. Bir kocanın sadakatsızlığının acısını çekiyor. Kendini kanlı, politik çatışmalarının ortasında buluyor ve hayatı çoğu kez tehlike altına giriyor. Ve daha nice deneyimler yaşıyor. Bütün bunlar Ariadné’nin kendi varlığının, o ana dek hiç bilmediği yönlerini keşfetmesine olanak veriyor.
HORSEMAN, olağanüstü bir aşk öyküsünün daha ötesine ulaşıp okuru karakterlerin derinliklerine çekip götürüyor. Yazarın reenkarnasyonun gerçek olduğuna inancı gibi “gerçeklik dediğimiz şey gündelik yaşamın içerdiğinden daha farklı düzeylerden oluşur” fikri de kurgu değil, bir keşif.
Romanda eşsiz bir şekilde tasvir edilen anlardan biri Ariadné’nin, İrlanda’da Aziz Patrick Katedrali’nde gerçekleşen düğünü. Kocası bir Türk. Ariadné ile evlenebilmek için yalnızca nikâhın kilisede kıyılmasını kabul etmek kâfi değilmiş gibi, çocuklarının da Katolik olarak büyütülmesini kabul etmek zorunda kalıyor. Bu kararı vermek her ikisi için de çok güç oluyor ve uzun vadeli sonuçlar doğuruyor. kkat çekici noktalardan bir diğeri, Ariadné’nin hacca gidişi. Kendini kocasından kaçmaya mecbur hissediyor ve kızını geride bırakamayacağı için onu da Türkiye’den gizli çıkartmaya çalışıyor. Mekke’ye, Suudi Arabistan’da İslam’in kalbine gitme fikri böyle ortaya çıkıyor. Müslüman olmayanlara yasak olan bu kutsal şehir, Ariadné gibi kültürüne, geçmişine ve bilgisine sahip olan biri için sorun olmuyor. Öte yandan, Amerikalı ve Avrupalı okur kendini Ariadné’nin yerine koyup, çevreye onun gözleriyle bakıp, Kristina O’Donnelly’nin hayal gücünün içinde seyahat etmeye başlayınca, çağdaş romanlarda neredeyse hiç keşfedilmemiş bir kentin ender imgelerini görme şansını da buluyor.
Kitabın oldukça ilginç yanlarından biri de bütün bunların öykünün içine yerleştiriliş biçimi, ya da başka türlü söylemek gerekirse, kalem kağıda değmeden önce yazarın beyninde ve kalbinde biçimlendirdiği öykünün kompozisyonu. O’Donnelly, bizi, karakterlerinin hayatı açısından önemli gelişmelerle sonuçlanan olayların arasında dolaştırırken, onların ruh dünyalarına sokuyor ve böylece, o an, bir karakterin gerçekten ne yaşadığını hissediyoruz. Türk kültürünün portresini çiziş tarzı da aynı derecede özgün. Örneğin, Ariadné’nin ilk kez Türk usulü dans ettiği bir sahne var. Yazar, Ariadné’nin hislerini, aklından geçenleri, çekincelerini ve Türklerce kabul edilebilme arzusunun nasıl bir şey olduğunu okura anlatabilmeyi başarıyor.
Kristina O’Donnelly’nin karmaşık ve tartışmalı Türk-Kürt ilişkileri konusunu çok cesurca, bilgili ve parlak bir şekilde aydınlatma biçimi de övgüye değer. Bu, son derece hassas, pek ender olarak açıkça tartışılan ve daha da ender olarak bir aşk öyküsünün parçası haline getirilen bir konu.
HORSEMAN, değerli bir kitap. Bu sözcüğü kolay sarf etmem, ve inanılmaz bir kadını ve harika bir aşk öyküsünü anlattığı için de söylemiyorum. Aksine bu öykünün, diğer aşk öykülerinde olduğu gibi, gerçek yaşamın karmaşıklığından kaçmamıza izin vermediği, bizi o karmaşıklığın içine daha fazla ittiği için söylüyorum.
HORSEMAN, günümüzün Türkiye’sinde ki yaşamın nüanslarını anlayışlı bir şekilde kavramamızı da sağlıyor. Yalnız bu yanıyla dahi olsa azımsanacak bir hizmet değil, çünkü Amerikan kamuoyu Türkiye hakkında acınası bir cehalet içerisinde. Türkiye’de on yıl yaşamış biri olarak, bu kültürde var olan zenginlik, sıcaklık ve anlamı gayet iyi biliyorum, ve Kristina O’Donnelly, Türkleri, işte bu zenginlikleri ile Batılılara anlatmayı başarıyor.
Umarım, bu giriş, HORSEMAN hakkında sizlere bir fikir verir ve kitabı sonuna kadar okuyabilecek isteği doğurur.
Şimdi ilk sayfayı çevirin ve eşsiz bir hayat yolculuğuna çıkan efsanevi bir kadına eşlik etmeye hazırlanın....